Tuesday, July 11, 2006


“Babamdan lanet ettiğim ve irademin bütün gücüyle mücadele ettiğim kaygıyı miras olarak aldım… Genç bir adamken hayali hastalıklarla büyük işkence çektim… Askere gitmeye zorlanacağım korkusu peşimi bırakmıyordu… Nepal’den çiçek hastalığı korkusu yüzünden kaçtım… Verona’da zehirli enfiye çektiğim fikri bütün benliğimi kapladı… Manheim’da herhangi bir dış neden olmaksızın tarif edilemez bir korkunun etkisinde kaldım… Yıllarca adli kovuşturma korkusu yaşadım… Geceleri bir ses olsa yatağımdan fırlar ve her zaman dolu olarak tuttuğum tabanca veya kılıcımı kapardım… Her zaman olmayan tehlikelere bakmama neden olan bir kaygı içindeydim: en ufak sıkıntıları büyütüyor, benim için en zor olan insanlarla bağ kuruyordum.”

Schopenhauer, Manuscripts Remains, cilt 4, s. 506

Sunday, July 02, 2006

PAZAR BOĞUNTUSU


Anathema'nın arabesk mırıltıları eşliğinde, az önce Lars von Trier'in Gerizekalılar'ını izleyerek bu sıkıcı, çok sıcak ve boğucu pazar gününe nefis bir cila çekmiş olan ben, sanki Sartre'ı ve Bulantı'yı daha bir iyi anladım. İnsanların tuhaf bencilliklerinden tiksiniyorum, sadece bencillikleri değil belki de hayatla uyumları aslında tiksindiren beni. Yaşama savaşı denen dürtüye bu kadar kendilerini kaptırmış olmaları... Her şeyleri çok düzenli, saat gibi işliyor, paraları hiç bitmiyor, programları hep belli, tatillerde yapılacakların notları çoktan alınmış. Kendiliğindenliğe yer yok. Bu nasıl bir mutluluk türüdür? Bu kadar sistemli bir hayat beni bozar arkadaşım. Kusasım gelir bu sıradan insan sürüsünün üstüne.