Sunday, November 21, 2010

simülakrlar ve simülasyon



"Watergate bir skandal değildir. Kesinlikle değildir çünkü herkes onun bir skandal olmadığını gizlemeye çalışmaktadır. Bütün bunlar aslında kapitalin yeniden o ilk başlangıçtaki (bu kez sahneye konulmuş) anlık ve anlaşılmaz vahşilikteki haliyle temelinde yatan ahlaksızlığa benzedikçe tırmanan ahlaki panik duygusuyla derinleşen bir ahlak çukurunun ilkel bir şekilde gizlenmeye çalışılmasından başka bir şey değildir - Aydınlanma kuramından komünizme kadar giden ve ahlakla ekonomi arasında bir eşdeğerlik sisteminin bulunması gerektiğine inanan sol düşünce aksiyomuna göre asıl skandal budur. Kapitalin böyle bir sözleşme yapmış olabileceğinden dem vurulmaktadır. Oysa 'aydınlanmış' düşünce kapitale kurallar empoze ederek onu denetim altına almaya çalışmaktadır. Bugün devrimci düşüncenin yerini almış olan eleştirel düşünce kapitali, oyunu kuralına göre oynamamakla suçlamaktadır. 'Bu iktidar haksızlıklar üzerine kurulmuştur. Bu bir sınıf adaletidir. İktidar bizi sömürüyor' gibi şeyler söylemektedir - sanki kapital yönettiği toplumla bir sözleşme yapmışmış gibi. Bu eşdeğerlik aynası kapitalin karşısına sol düşünce tarafından konulmaktadır. Böyle davranarak kapitalin bu tuzağın içine düşeceğini, bu toplumsal sözleşme uydurmacasına kanacağını ve tüm topluma karşı yükümlülüklerini yerine getireceğini umud etmektedir (çünkü kapital bunları yaptığı zaman devrim yapmaya gerek kalmayacaktır. Kapital bu eşdeğerlik formülünü yaşama geçirdiği takdirde sorun kendiliğinden çözülmüş olacaktır).




Kapital, egemenliği altında bulunan toplumla asla böyle bir sözleşme imzalamamıştır. Kapital toplumsal ilişkiler adlı büyücülüğün ürünüdür çünkü kapital topluma karşı bir meydan okuma biçimidir. Ona kendi yöntemleriyle yanıt vermek gerekmektedir. Ahlaki ya da ekonomik bir rasyonellikten yola çıkılarak kapital bir skandal olarak sunulamaz. Kapital kendisine simgesel kurallara göre meydan okunması gereken bir meydan okumadır."
Jean Baudrillard, simülakrlar ve simülasyon, s. 36-37.

Saturday, February 27, 2010


"Çünkü burada devletlerden ve silahlardan, zenginlerden ve yalanlarından, yoksullarından ve sefaletlerinden başka bir şey yok. Urras'ta doğru hareket etmenin, temiz bir yürekle hareket etmenin yolu yok. İçine kâr, zarar korkusu ve güç isteği girmeden yapabileceğiniz bir şey yok. Hanginizin diğerine "üstün" olduğunu bilmeden ya da kanıtlamadan bir başkasına günaydın diyemezsiniz. Diğer insanlara kardeş gibi davranamazsınız, onları kullanmanız ya da aldatmanız, onlara emretmeniz ya da itaat etmeniz gerek. Başka birine dokunamazsınız, yine de sizi yalnız bırakmazlar. Özgürlük yok. Bir kutu -Urras bir kutu, bir paket, bütün o sarmalanmış, güzel mavi göğüyle, çayırları, ormanlarıyla ve büyük kentleriyle kutuyu açıyorsunuz, peki içinde ne var? Toz içinde, kapkara bir bodrum ve ölü bir adam. Elini başkalarına uzattığı için eli koparılmış bir adam."
Ursula K. Le Guin, Mülksüzler, s. 294-295.

Monday, January 18, 2010


"O gece zengin ülkelerde yaşamalarına rağmen kaç kişinin yoksunluk içinde olduğunu, kaç evin barakalardan ibaret olduğunu, kaç kocanın sarhoş olup karılarını dövdüğünü, kaç çocuğun zulüm gördüğünü, suistimal edildiğini, terk edildiğini merak etti. Kaç aile yiyeceğe para yetiştiremeyip aç kalmıştı? Kaç kalp kırılmıştı? O gece kaç kişi intihar edecek, kaç kişi delirecekti? Kaç hamamböceği, kaç ev sahibi muzaffer olacaktı? Kazananların kaçı aslında kaybetmişti, başarılı sanılanların kaçı başarısız, kaç zengin aslında fakirdi? Akıllı geçinen kaç kişi aptaldı? Kaç mutlu son mutsuzdu? Kaç dürüst adam yalan söylemiş, kaç cesur adam korkuya kapılmış, kaç sadık adam ihanet etmiş, kaç aziz yolsuzluk yapmış, itimat gerektiren konumlara sahip kaç kişi para için ruhlarını alçaklara satmıştı, kaç kişinin ruhu bile yoktu? Kaç dosdoğru yol aslında çarpıktı? En iyi ailelerin kaçı aslında en kötü aileydi ve kaç iyi insan kötüydü? Hepsini toplayıp, sonra çıkarırsan, geriye yalnızca çocuklar ve belki Albert Einstein ve bir köşede yaşayan yaşlı bir kemancı ya da heykeltraş kalırdı."


Joseph Heller, Madde 22, s. 564-565.

Tuesday, July 11, 2006


“Babamdan lanet ettiğim ve irademin bütün gücüyle mücadele ettiğim kaygıyı miras olarak aldım… Genç bir adamken hayali hastalıklarla büyük işkence çektim… Askere gitmeye zorlanacağım korkusu peşimi bırakmıyordu… Nepal’den çiçek hastalığı korkusu yüzünden kaçtım… Verona’da zehirli enfiye çektiğim fikri bütün benliğimi kapladı… Manheim’da herhangi bir dış neden olmaksızın tarif edilemez bir korkunun etkisinde kaldım… Yıllarca adli kovuşturma korkusu yaşadım… Geceleri bir ses olsa yatağımdan fırlar ve her zaman dolu olarak tuttuğum tabanca veya kılıcımı kapardım… Her zaman olmayan tehlikelere bakmama neden olan bir kaygı içindeydim: en ufak sıkıntıları büyütüyor, benim için en zor olan insanlarla bağ kuruyordum.”

Schopenhauer, Manuscripts Remains, cilt 4, s. 506

Sunday, July 02, 2006

PAZAR BOĞUNTUSU


Anathema'nın arabesk mırıltıları eşliğinde, az önce Lars von Trier'in Gerizekalılar'ını izleyerek bu sıkıcı, çok sıcak ve boğucu pazar gününe nefis bir cila çekmiş olan ben, sanki Sartre'ı ve Bulantı'yı daha bir iyi anladım. İnsanların tuhaf bencilliklerinden tiksiniyorum, sadece bencillikleri değil belki de hayatla uyumları aslında tiksindiren beni. Yaşama savaşı denen dürtüye bu kadar kendilerini kaptırmış olmaları... Her şeyleri çok düzenli, saat gibi işliyor, paraları hiç bitmiyor, programları hep belli, tatillerde yapılacakların notları çoktan alınmış. Kendiliğindenliğe yer yok. Bu nasıl bir mutluluk türüdür? Bu kadar sistemli bir hayat beni bozar arkadaşım. Kusasım gelir bu sıradan insan sürüsünün üstüne.

Sunday, March 05, 2006

Fİ TARİHİNDEN KALMA BİR ÖYKÜ DENEMESİ

ŞEMSİYE




Sabah dışarı çıktığında şemsiyesini almadığını farkeden Yüksel Bey, geri döndü. Evinin kapısını çaldığında karısının içeriden gelen boğuk sesiyle irkildi. Anahtarını çıkardı, kapıyı açtı. Evde tanımadığı üç adam vardı. Tipik birer UEİK (Unutulan Eşyaları İmha Komitesi) üyesi görünümünde olan adamlardan daha iricesi Yüksel Bey’in şemsiyesini elinde tutuyordu.

-Ne işle uğraşıyorsunuz sayın bayım? dedi, adamların lideri olduğu omzunun üstündeki yeşil şeritten belli olan.

-Ben, eee şey, ben bir AGK ( Akıl Geliştirme Kurulu) üyesiyim.

-Tahmin etmiştim, dedi lider. Sizin gibilerdir zaten hep eşyalarını unutanlar. Biliyorsunuz, merkezi yönetim, tüm yurttaşların unutkanlık saçmalığından kurtulmasını emrediyor. 128856 sayılı kanuna göre, bizler unutulmuş eşyaları imhayla görevliyiz.

-Ama, inanın bu ilk kez oluyor, dedi kibarcaYüksel Bey. İdari hiyerarşide UEİK’nin AGK’nin üstünde olduğunu ve bu adamlara karşı yapılan en küçük saygısızlığın, tüm mal varlığına el konularak cezalandırılacağını biliyordu.

-Yasada böyle bir ayrım yok, ilk veya son, cezalandırılacaksınız bayım. Yurttaşlık belgenizden yirmi puan silinecektir ve bundan sonra asla bir şemsiye sahibi olamayacaksınız. Neyse ki, karınız merkezi yönetime bağlı, çok iyi bir yurttaş, sizi o ihbar etti. Onun da belgesine 120 puan eklenecek, biliyorsunuz, ihbar sıralamasında çocuklardan sonraki en yüksek puan eşlerindir.

Karısına bakabilmek ve de sitem etmek isterdi Yüksel Bey, eğer karısının yurttaşlık puanı bu kadar yüksek olmasaydı.

-Neyse, dedi. Sanırım yağmur ve ben daha samimi olacağız artık.
Adamlardan hiçbiri gülmedi. Yüksel Bey de, sabitleşen bön bakışlarla ve titreyen bacaklarla kalakaldı salonun ortasında.

Lider sakin ama kendinden emin bir sesle:
-Bakın Bayım, dedi. Bu saçmalama dürtüsü ilkel benliğinizin bir ürünü. Bunu biliyorsunuz sanırım, en azından bilmeniz gereken en önemli şeylerden biri bu. Ülkeye hizmet edebilmek için öncelikle bu dürtüden kurtulmanız gerekirdi, hem sonra yaptığınız işle de hiç bağdaşmıyor. Yoksa söylentiler gerçek mi? AGK’nin kuraldışı birtakım deneyler yaptığını biliyoruz ama insan beyninin ilkelliklerini koruma gibi bir ödev de mi üstlendi?

-Bizler, gelecek nesillere aktarılmak üzere bazı davranış kodlarını imha etmedik ancak bu ne gizli ne de yasak bir şeydi, aksine bize verilen talimatlar ne gerektiriyorsa onu uyguladık.

-Bayım, bayım, bunları bilmediğimi mi sanıyorsunuz? Bütün kodların arşivlerde saklandığı bir gerçek. Ben, sizin ve belki de diğer bazı üyelerin beyinlerinde sakladığı şeyler olabileceğini düşünüyorum. Mesela saçmalamak. İnsan soyunun bu utanç verici hastalığını taşıyan AGK üyeleri. İnanılmaz gibi görünse de...

Yüksel Bey, saçmalamayla ilgili akademik bilgilerini kendine sakladı. Anlaşılamaz olmak bir yana, sessiz kalması gerektiği ve de adamların bir an önce gitmesini istediği için. Ama lider, konuşmayı sürdürmeye kararlıydı.

-Siz, dedi. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz haaa? Bu ülkenin yurttaşları, kendilerini merkezi yönetimin emirleri doğrultusunda programlamak zorundadırlar. Cevap verilmesi gerektiği zaman susmak da ne demek? Sizden cevap bekliyorum bayım. Akıl geliştirme metodları sizde pek etkili olmamış anlaşılan. Evet, saçmalama denen hastalık sizlerin beyninde yaşıyor mu?

Bu sert sözlerden sonra gittikçe sinirlenmeye başlayan Yüksel Bey, zorlukla kontrol ettiği sesiyle konuşmaya başladı.

-Lütfen benimle bu tonda konuşmayın!

Odada bulunan diğer görevliler ve karısı şaşkınlıktan donup kaldılar. Liderse ağzına layık bir av bulmuş olmanın verdiği hazla Yüksel Bey’in üzerine atılmaya hazırlandı. Ne var ki Yüksel Bey ondan önce davranıp, şemsiyeyi kaptığı gibi adama saldırdı ve adamın kafasını parçaladı.

-İşte, diyordu. Saçmalamak ne önceyi ne sonrayı düşünmeden, ne mantığı ne önseziyi devreye sokmadan öylesine davranmaktır ve insan soyunun sahip olduğu en büyük lütuftur bu. Sizin mekanize birlikleriniz ve çok akıllı adamlarınız karşısında tek kozumuzdur bizim. Belirli bir zamanda ve belirli bir durumda hiç düşünülemeyecek ve hiç yapılamayacakmış gibi görüneni yapmaktır. Statükocuların saçma dediği her şeyde bir anlam aramak gerek. İşte saçmalamak ve saçmalama özgürlüğü.

Friday, March 03, 2006

cuma gecesi sıkıcısı

Evet, başlangıç olarak gayet sıkıcı olsa da ne yapalım. Parasız olunca insan evde oturup, ofiste yarım kalan işlerini tamamlıyor. Nefis bir durum.

Uyku da o biçim bastırdı ama bu blog ne menem bir şeymiş bir test etmekte fayda var diyen iç sesime kulak verip yaptım bir delilik, amma velakin daha şimdiden bunun devamı gelmeyecek diyorum yine kendi kendime. İşleri yarım bırakma ustasıyım ne de olsa ben, bilenler bilir.

Neyse, bu gecenin hatrına bu kadar yeter deyip kesiyorum. Ben bir cuma gecesi sıkıcıyım, başka ne bekliyorsunuz.